İyi ve kötünün bütün yönleriyle üzerinde birleştiği bir varlıktır insan. İyilik de en uç noktada, kötülük de en uç noktada var insanda. Kur’an-ı Kerim’de böyle ifade ediliyor. İyilerin en iyisi, güzellerin en güzeli insana verilmiş. En iyiye ulaşabilmek, en güzeli bulabilmek kabiliyeti ile de donatılmış. Hem idrakiyle günden güne gelişen hissiyat güzelliği, hem aklı ile ulaşabileceği güzel kabiliyetleri, hem de ilahî irade doğrultusunda gelişmeye müsait ahlak ve edep yönüyle inkişaf donanımı olan bir varlıktır insan. Buna karşılık en kötüye düşme meyli de olan bir varlıktır insan. İyiliğe yönelik yapısı kötülüğe olan meylinin esiri olabilir. Hatta belki bütünüyle insanî güzelliklerinden uzak düşebilir.
Allah-ü Teâlâ, yeryüzünde hiçbir varlığa vermediği güzelliği, hiçbir varlıkta olmayan donanımı insana bahşetmiştir. Hissiyatının zenginliği, aklî melekelerinin yüksekliği, zihin ve muhakeme gücünün kuvvetli ve yüksek boyutu onu varlıkların efendisi mertebesinde tutmaktadır. Bütün güzelliklerin icadı onun bu donanımının eseridir. Bu donanımdaki insan her zaman kötülüğe değil iyiliğe, çirkinliğe değil güzelliğe, ahlaksızlığa değil güzel ahlaka meyletmeyi seçmelidir. Allah tarafından edep ve güzel ahlak yönüyle yücelme kabiliyeti ile donatılmıştır. Toplum tarafından kabul gören, sevilen insanlar böylece var edilmiş değiller. Kendilerini sevdiren halleriyle doğmadılar. İçinde yaşadıkları toplum ve insanlığa hayırlı yaşantılarıyla insanların sevgisini kazandılar. Kabul gören kendi seçimleriyle bu teveccühe ulaşmışlardır. Yani insanlar, iyilik yolundaki seçimleriyle sevildiler toplum tarafından.
İnsanın seçimi üzerinde harici tesir olamaz. Dinimiz de seçim konusunda insanı olanca açıklığıyla serbest bırakmıştır. Hür irade tanımış, bunu kullanma konusunda kısıtlama yapmamıştır. Öyleyse iyiliği seçme konusunda hassas olmamız hem insanî hem de vicdanî görevimizdir. Seçimimiz kendimizi de toplumu da mutlu etmelidir. Kötülüğü seçmek bizi küçültecektir, bedbaht edecektir. Allah katında da insanlar katında da itibarımızı yok edecektir. Toplum tarafından dışlanıp bir kenara itilmemize yol açacaktır.
Unutmayalım ki toplumun bize ihtiyacı vardır. Toplumlar fertlerle ayakta kalır. Fertlerin topluma katkısı küçümsenemez. Herkes kendisine Allah tarafından verilen ve diğerlerinden mutlaka farklı olan kabiliyetleriyle topluma katkı sunmalıdır. Her şeyden evvel insan en iyi bilen olmalıdır. Toplumun bütün fertleri en iyi ve en çok bilen kendisinin olması için azimli olmalıdır. Bilgi, beceri ve hünerlerimizi geliştirir. Her insanda farklı olan beceri ve hüner geliştikçe sosyal hayata katkıları da bu oranda farklı olacaktır. Toplumumuzda istifade alanları bu kadar çoğalacak, dolayısıyla toplum refahı yükselecek. Hep birlikte içinde yaşadığımız topluma, vatanımıza ve milletimize bu katkıyı sunmak dini görevimizdir. Her şeyden evvel kendimizin de muhtaç olduğu huzur ve mutluluk bizim kendi gayetimize ve topluma sunduğumuz bu hayat verici katkıya bağlıdır.
İşte biz kendimizi, ailemizi, toplumumuzu ayakta tutan sebepleri kendimizde arayacağız. Yaptıklarımızda, seçimlerimizde, tercihlerimizde arayacağız. Toplumu yaşatan ya da çökerten sebepleri her şeyden evvel kendi içimizde besleyip büyüttüğümüzü idrak edebilmeliyiz. Zira biz yaratılış olarak her ikisini de kendimizde barındırıyoruz. Milletimizin refah seviyesini yükseltecek, başkalarının ulaştığı medeniyet seviyesini geride bırakacak cevher kendimizdedir. Buna mukabil toplumumuzu onulmaz dertlerle yüz yüze bırakacak nüve de yine bizde saklıdır. Yani biz içimizdeki bu iki gücü iyi keşfedip tercihlerimizi nasıl yapmamız gerektiğini düşünmeliyiz. Yarınlarımız kendi tercihlerimizle şekillenecektir.
Günlük yaşantımızda bu iki zıt kutubun yansımalarını, yani tercihlerimizi örnekleriyle ve bütün açıklığıyla görüyoruz. Gördüğümüz kimi tablolar içimizi karartırken, kimisi de umutlarımızı yükseltmektedir. Bal yemek dururken zehir yeme yarışına girercesine çirkinliklerin diz boyu yaşandığı sahnelere şahit olduğumuz gibi sadece kendimize değil bütün insanlığa hayat verecek insanî güzelliklerimize de şahit oluyoruz. Hülasa bu zıt iki uçun kendinde toplandığı insanın, mutlu olmak ya da bedbahtlık seviyesine inmek gibi bir yaratılışa sahip olduğu gerçeği Kur’an’ın bildirdiği bir hakikattir: “Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin Suresi, 4-5)